Bir aksam namazı vaktinde camideyiz kadınlar tarafından bir saf etmeyecek kadar az insan var sokaklarda ise bir ordu edebilecek sayıda garip garip etrafda koşturan insanlar
, bazıları yaklaşan namaz vaktinin farkında bazılarının ise türlü
bahaneleri var.
Kimi camiye girmekten bile çekiniyor.
Ezanı bekliyoruz bir kac
azınlık müslüman ile...
O sırada bir grup bayan ile birlikte genç bir kızımız giriyor kapıdan,
çekingen bir halde birazda korkak etrafa göz atıyor. Altın rengine çalan sarı
saçlarının camiye girerken açık olmasından rahatsız ve insanlardan tepki alma
korkusundan tedirgin.
Allah'a ibadet için gelinen camide nedense insanların vereceği
tepkiyi hesaplamış lakin rabbin rızasını hesaplayamamış durumda içeri
girip girmeme arasında gidip geliyor, yanında gelen diğer hanımlar safta çoktan
yerlerini aldılar bile onu davet etmiyorlar çünkü ona sen şurada bekle!
demişlerdi her kula emir olan namazı eda etmeye girerken cemaatin arasına...
Yerimden doğrulup ona doğru gidiyorum, ona bişeyler söyleyeceğimin
farkında belkide savunma cevapları hazırlıyor kendince.
"Kardeşim neden kapıda duruyorsun haydi içeri gelsene" dediğimde
tatlı bir tebessüm aldı soğuktan pembeleşmiş yanaklarının süslediği güzel
siması.
- "Yok burda beklerim saolun" dedi gülümseyerek,
-"Sen evine gelen misafirini kapıda bırakıyor musun" diye
sordum.
-"Hayır asla öyle şey olur mu?" dedi.
-"Peki gelen misafire elbisenin beğenmedim değiştir gel der
misin?"
-"Hiç olur mu? dedi
-" O halde Allah'ın evine hoşgeldin nereye istersen nerede rahat
edersen orası senindir dediğimde hiç beklemeden ayakkabılarını çıkarıp içeriye
girdi.
Allah onu misafir beni ise kapıcı yapmıştı Elhamdülillah!
Belkide asıl sorunumuz budur! Gençlere çocuklara mescitleri camileri
sadece belli zamanlar ve koşullarda kullanılacak yerler olarak gösteriyoruzdur,
ezan vakti dışarıda koşturup cemaate gelmeyen namazı önemsemeyen işlerini
Allah'ın rızasının önüne koyan topluluğun suçu değildir belkide!
Abdest almanın, abdestli gezmenin güzelliği huzuru ve sevabından çok
külfeti ve zorluğunu anlatmışızdır yada öyle hissettirmişizdir.
Namazın kulluk vazifesi olduğunu, kabirde ilk hesaba tutulacak soru
olduğunu, boyun eğmeyi tek hakeden yaratıcı karşısında eğilip yokolmakta ki
mükemmelliği atlayıp günlük koşturmadan zaman çalan ücreti ise peşin ödenmeyen
bir zaman kaybı olduğunu mu hissettirdik acaba?
Sanıyorum televizyondaki klipleri taklit edip dans eden, pop şarkıları
ezberleyen çocuklarımız hoşumuza gidiyor ama sureleri ezberlemeleri, dinin
gereklerini hatta islamın şartlarını dahi öğrenmeleri bize gereksiz geliyor.
İngilizce şarkı ezberlemiş bir çocuk misafirlere şov yapabiliyor ama tecvidi
ile Fatiha öğrenmiş bir çocuğa aferin deyip alnından öpecek topluluk çok az
bulunuyor.
İşte o pembe yanaklı altın sarısı saçlı güzel kızımın tedirginliğinin
geldiği yerin tam olarak burası olduğunu düşünüyorum. Eğer kendi kurduğu hayali
engelleri kaldıran büyükleri olsa idi camiye girerken tedirginlik değil baba
evine gelmişcesine rahatlık sergileyebilirdi.
Ve beklenen ilan ile davet!
Allahu ekber allah büyükdür haydi kurtuluşa!
O anlarda ezanla birlikte düşünüyorum sorgu ve sualde insan nasıl cevap
verecek bu duyarsız duruşuna. Minarelerden muezzin tekrar tekrar bu çağrıyı
yaparken insan nasıl diyecekki biz duymadık biz bilemedik kurtuluş nasıl idi!
Yahut bu evlatların vebalini vermediğimiz vermediğimiz eğiitimlerin
hesabını nasıl vereceğiz?
Halbuki terkar tekrar haydi kurtuluşa diye megafonlarla bağırıyorlardı.
Kurtuluş kapısını bulmak buldurmak çok mu zordu? En azından kulağımızdaki
tıkacı Allah'ın kaldırması için dua etseydik birbirimize belki kafi
gelebilirdi!
Ümmet için dua edelim.
Kulaklarmızdaki tıkaç, gözümüzdeki perde ve dilimizde bağ çözülsün!
Kalbimizdeki mühürün kalkması için...
Ümmetin ferahı için...
Dua ile...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder